4.08.2019
İçinde bulunduğumuz Temmuz ayı, yakınmilli tarihimizde önemli olaylara tanıklık etmiş bir ay. Önce 1 Temmuz’da Denizcilik ve Kapotaj bayramını kutladık. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kapotaj Kanununu ile “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkajhizmetlerininyanlızca Türk vatandaşları ile Türk bayrağı taşıyan gemiler tarafından yapılabileceği” kabul edilmiş, böylece daha önce yabancılara da açık olan bu hizmetler artık sadece Türk halkı tarafından yapılmaya başlanmıştır. Yeni Türk devletinin önemli bir kararı idi bu yasa.
Daha sonra gelen 20 Temmuz tarihi ise Türk Milli tarihinin biri diplomatik ve siyasi diğeri ise askeri alandaki iki önemli zaferini yansıtır. 45 yıl önce 20 Temmuz 1974‘de Türk silahlı Kuvvetleri garantörlük haklarını kullanarak Kıbrıs’a müdahale etmek zorunda kalmış ve orada yaşayan Türk halkını Rumların veYunanlıların zulmünden kurtarmıştır. Böylece şu andaki sınırları içerisindeAda’nın kuzeyinde bağımsız Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve Ada’da kendi toprakları üzerinde Kıbrıs Türküartık özgürce yaşamaya başlamıştır.
Bu ayki üçüncü ve çok önemli bir diğer kazanımımız ise 20 Temmuz 1936’daİsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde imzalanan Türk Boğazları hakkındaki sözleşmedir. Kısaca belirtmek gerekirse Montrö sözleşmesi ile daha önce bizim egemenliğimizde olmayan “Türk Boğazları” artık bizim olmuştur.
1923’de Lozan’da imzalanan Boğazlar sözleşmesine göre Boğazların kontrolü Türkiye’de değildi. Tabiri caizse boğazlar bizim değildi. Boğazlar bizim olmayınca egemen güçler istedikleri gibi Marmara ve Karadeniz’e girebiliyorlar ve açılabiliyorlardı. Lozan’da Musul , Kerkük ve Hatay’la birlikte Boğazlarımızıda egemenliğimize alamadık yani. Musul ve Kerkük’ü hala alamadık , Hatayı da ancak 1939’da topraklarımıza katabildik.
Boğazlardan geçişlerin kontrolü Lozan’da 9 ülkeden meydana gelen bir komisyona bırakılmıştı. Bu devletler İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye idi. En önemlisi de Boğazlar Bölgesinde Türkiye asker bulunduramıyordu. Asker bulunduramadığımız, geçişlerini kontrol ve denetim yapamadığımız yer doğal olarak bizim de sayılmazdı.
Sovyetler, Lozan’da, Boğazlarla ilgili bu sözleşmeye, Boğazlar üzerinde emelleri olduğu ve taleplerini karşılamadığı için imza koymadı. Ama her nedense adeta Boğazlarımızı sıkan bu sözleşmeyi biz imzaladık. Lozan’a gönderdiğimiz heyet, Marmara ile Karadeniz’e girişçıkışın denetiminive Boğazlarımızı egemen devletlerin kontrolüne bırakıp (Musul Kerkük, Hatay ve OnikiAda da dahil)Anlaşmayı imzalayarak Ankara’ya döndü. Bu anlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisinde büyük tartışmalardan sonra kabul edildi.
1930’ lu yıllarda Avrupa, Rusya, Balkan Ülkeleri ve Yunanistan’la arayı düzelttik.Sovyetlerle “Saldırmazlık Paktı” , Balkan Ülkeleri ile de “Balkan Paktı”nı imzaladık. Dünya siyasi konjöktürü Sovyetleri Boğazlarla ilgili taleplerinden vazgeçirmek zorunda bıraktı. Avrupa’da nazizim ve faşizim tehlikesi baş gösterince İngiltere ve Fransa gibi ülkeler Türkiye ile dostane ilişkiler kurmak durumunda kaldılar. Bir de İtalya Oniki Ada’yı silahlandırıp Türkiye’yi tehdit edince, bize de Boğazlar Sözleşmesini tekrar masaya getirme fırsatı doğdu. 20 temmuz 1936’da Montrö’de yeni bir Konferans toplanmasını sağladık ve sonunda imzalanan yeni “Boğazlar Sözleşmesi” ile Uluslararası Boğazlar Komisyonunun tüm yetkileri Türkiye’ye devredildi ve Boğazların savunması da Türk askerine bırakıldı . Yani Boğazlarartık bizim oldu kısacası.
Montrö ile jeopolitik olarak önemli bir güç kazandık. Türkiye özellikle Karadeniz’e geçişlerin kontrolünü eline alınca boğazlar ve ülke güvenliği de önemli ölçüde sağlanmış oldu. Yol geçen hanı gibi olan İstanbul ve Marmara’ya düzen geldi.
Yeni düzene göre; ticaret gemileri bir kısıtlama olmadan boğazlardan serbestçe geçebiliyorlar. Ancak boğazdan geçiş kurallarını biz kendimiz düzenliyoruz artık . 1997 yılında Boğazlarla ilgili geçiş kurallarını düzenleyen İstanbul Boğazlar Tüzüğünün revize edildiği komisyonda , o dönemde İstanbul Bölge Müdür olmam hasebiyle ben de bir süre görev yaptım ve oluşan yeni teknolojik durumlar ve seyir koşulları çerçevesinde Boğazlar rejiminiyeniden düzenledik.
Yeni rejime göre barış zamanında Boğazlara kıyısı olmayan ülke askeri gemileri 15 gün önceden Türkiye’ye haber vermek ve en fazla 15 bin ton olmak koşuluyla ancak boğazlardan geçebilmekteler. Bu da gündüz ve birer birer geçmek koşuluyla. Karadeniz’deki toplam askeri gemi tonajı ise 45 bin tonu geçemiyor ve 21 günden fazla da Karadeniz’de kalamıyorlar. Denizaltıların geçişi ise tamamen yasak. Savaş zamanında ise Türkiye tarafsızsa hiçbir askeri gemi Boğazlardan geçemiyor, Türkiye savaşta taraflı ise askeri gemilerin geçişini düzenleme hakkı tamamen Türkiye’ye ait.
1936’da sözleşme imzalandığında süresi 20 yıl olarak öngörülmüştü. Ancak süre bitmeden yani 1956’dan önce hiçbir taraf ülke sözleşmenin yenilenmesini talep etmediği için sözleşme günümüze kadar yürürlüğünü koruyarak geldi.
Ancak önemli bir husus var ki buraya ülkeyi yönetenlerin çok dikkat etmesi gerekmekte. Dünya dengeleri bu sözleşmenin yeniden masaya yatırılmasını bugüne kadar gerektirmedi. Ama özellikle ABD Karadeniz üzerindeki emelleri nedeniyle Montrö’yü tekrar gündeme getirme peşinde. Geçmişte Stalin döneminde her ne kadar Sovyetlerin Boğazlar üzerinde emelleri olmuşsa da bugünkü koşullarda mevcut rejimden memnun gözüküyorlar ,çünkü Türkiye Boğazlarla ilgili rejimi bugüne kadar adaletli olarak uyguladı. Rusya, farzedelim ki Montrö’yü ortadan kaldıracak bir teklifte bulunursa ve bu gerçekleşirse ABD’nin uçak gemileri ve denizaltıları Karadeniz’de cirit atar, buna da Rusya hiçbir zaman razı olmaz.
Neresinden bakılırsa bakılsın Montrö ile gelen mevcut rejim , hem Türkiye hem de bölge ülkeleri için Karadeniz’in güvenliği açısından bir garanti sigortasıdır. Yoksa bölge her an bir yangın yerine dönebilir. Rusya ile Ukrayna arasındaki krizde bunu gördük. Ayrıca Montrö Sözleşmesi, Karadeniz’den geçip Ülkemize gelen, oradan da Avrupa’ya ulaşması planlı petrol boru ve gaz boru hatlarının da bir bakıma emniyet süpabı durumundadır. Çünkü Boğazlardan geçiş rejiminde insiyatif bizdedir.
Montrö’yü siyaseten bugüne kadar deldirmedik. Diplomasimizin bu bir başarısıdır .Bundan böyle de sahip çıkmak egemen bir ülke olmamızın gereğidir.