12.04.2015
Bölgemizde ağırlıklı olarak fındık ihracatçısı olduğundan veya ihracat yapan bütün firmalarımızın en çok merak ettiği konulardan biri; dolar ve euro fiyatları çıktığında neden düşük faiz yüksek kur politikası çalışmaz? Zaman zaman merkez bankası başkanları hükümetle karşı karşıya kalırlar. Aslında ülkemizde birçok şey eskisi gibi değil. Bunlardan bir tanesi de eskiden hükümetler borçlanır ve borçları çok olurdu. Bugün ülkemiz özel sektörü hükümetlere güvenerek dolar-euro karşılığı borçlanıyorlar. Tabi burada hükümete olan güvenden dolayı istikrardan dolayı borçlanılıyor. Birçok yatırım ülkemiz de özel sektör tarafından hayata geçirilmektedir. Ülkemizde vatandaşlarımızın bölge insanımızın yaşanan dolar-euro-faiz krizi anlamaları bakımından özellikle iş dünyamızın temsilcilerinin yanı sıra vatandaşlarımızın anlaması için DÜNYA gazetesi yazarı Tuğrul Belli çok güzel bir makale yazmış. Bu yazıda'' neden düşük faiz yüksek kur'' politikası çalışmaz, bu güzel anlamlı yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Düşük faiz iyi bir şeydir. - Evet, tabii ki ceteris paribus (diğer değişkenler sabit olmak kaydıyla) düşük faiz iyi bir şeydir. Yüksek kur (rekabetçi bir reel kur anlamında) iyi bir şeydir. - Evet, tabii ki, özellikle gelişmekte olan bir ekonomi açısından iyi bir şeydir. Faizleri düşürmek kurun yükselmesini sağlar. - Evet, faizleri düşürmek kurun yükselmesini sağlar. (Bugün euronun dolara karşı zayıflamasının ana nedeni iki para birimi faizleri arasında yakın gelecekte daha da açılması beklenen makas değil mi?) O zaman, gelin biz de faizleri düşürelim, kuru yükseltelim. Hop, bir dakika! Maalesef ekonomi politikalarını bu kadar basit bir Aristo mantığı çerçevesinde uygulamak mümkün değil.
Öncelikle, çok genel bir teorik saptama yapmakta fayda var: Bahse konu olan politika (düşük faiz- yüksek kur) tamamen bir para politikasıdır. Halbuki, ekonomi biliminde üzerinde konsensüs sağlanmış az konudan biri de, para politikalarının uzun vadede etkisiz olmasıdır. Bunu sadece neo-klasik iktisatçılar değil, keynezyenler ve monetaristler bile kabul eder. Zaten öyle olmasaydı salt para politikası ile ekonomi yönetilir, hükümetlere de ihtiyaç olmazdı. (Bu, özellikle iç talebin çökmüş olduğu durumlarda, para politikasının etkisiz olduğu anlamına gelmez. Nitekim 2009 yılından beri önce ABD, sonra diğer gelişmiş ekonomilerde uygulanan sıfır faiz ve miktarsal gevşeme (QE) politikaları bu ekonomilerin ağır bir resesyondan çıkmasında faydalı olmuştur. Ancak, halen pek çok ekonomist bu politika ile birlikte (veya yerine) maliye politikalarının uygulanmış olması durumunda çok daha iyi neticeler elde edilmiş olacağı kanaatindedir. Ayrıca, bugün bu politikaların etkisini kaybetmekte olduğu da görülmektedir.)
Bu genel saptamadan sonra, özelde Türkiyenin bugün içinde bulunduğu konjonktürde düşük faiz politikasının uygulanabilirliği hakkında bir kaç saptama yapmakta fayda var:
Türkiye, cari açıktaki kısıtlı düzelmeye rağmen, hâlâ kısa vadeli para girişlerine muhtaçtır. Politika faizinin düşürülmesi (hele Fed faizlerinde artış beklenen bugünkü ortamda) kurlar üzerindeki oynaklığı ve satış baskısını anormal şekilde artırmaktadır.
Kurlarda bu şekilde meydana gelen hızlı ve düzensiz artış öncelikle reel sektör ve tüketici güvenini azaltmakta, bu durum da zaten çok zayıf seyreden yatırım talebini daha da zayıfl atmaktadır.
Öte yandan, bugünkü konjonktürde faiz düşüşü en çok bireysel kredilere ve konut kredilerine ivme kazandıracaktır ki, bu milli tasarrufları artırıcı değil, aksine azaltıcı bir etki yaratır.
Bu saydığım noktalar düşük faiz- yüksek kur politikasının birinci ayağı olan düşük faiz politikasının bugünkü konjonktürdeki imkansızlığını ortaya koyuyor. Peki tam tersi bir şekilde faizleri yüksek tutup, yabancı para girişlerini artırmak ve aktif döviz alımlarıyla hem (gün be gün zayıflamakta olan) rezervlerimizi artırmak, hem de daha rekabetçi bir kura ulaşmak mümkün olmaz mı? (Burada en temel kilit nokta devalüasyonun piyasa baskısı sonucunda değil, bir ülkenin merkez bankasının kontrolünde gerçekleşmesidir. Bu nedenle son dönemde yaşadığımız devalüasyon sağlıklı bir devalüasyon değil!) Ancak TL faizleri yüksek tutmak iç talebin çok zayıflamış olduğu bugünkü ortamda çok zor. Ayrıca, küresel akımların faiz hassasiyeti de bugünlerde oldukça düşük.
Öte yandan TLnin değerinin düşük tutulması konusunda değerli TL savunucularının bazı klasik itirazlarını da duyar gibiyim:
Kur artışı orta vadede enflasyon olarak geri döner. - Hayır, bir anda çok yüksek bir devaluasyon yapılmazsa (mesela %10luk bir devalüasyonda) kur geçişkenliği en fazla %20 civarındadır.
Türk şirketleri çok fazla döviz borçlusudur. - Doğru ama devalüasyon daha çok bilançolar üzerinde geçici bir etki yapar. Çoğu döviz borçlusunun döviz geliri de olduğu, bir kısmının da yurtiçi ve yurtdışında döviz varlığı olduğu dikkate alınırsa, kontrollü bir devalüasyonda bu etki çok fazla olmayacaktır.
Devalüasyon başta işgücü maliyeti olmak üzere yerli girdilerde avantaj yaratır ancak günümüzde, bizim istediğimiz tarzda yüksek katma değerli ve dolayısıyla sermaye- yoğun yatırımlarda işgücü maliyetlerinin yatırım maliyetleri içindeki payı çok düşüktür. Bu da doğru ama bu durum devalüasyonun faydası olmayacağı anlamına gelmez, sadece yaratacağı olumlu etki biraz daha az olacaktır.
Rekabetçi bir kur politikası izlemek son tahlilde bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için faydalı, hatta elzemdir. Ancak, her şeyi bırakalım, bugünkü siyasi konjonktür de böyle bir politikaya müsaade etmiyor doğrusu. Kur artışı ilk başta reel ücretleri, alım gücünü ve (algılanan) refah seviyesini düşürerek öncelikle alt ve orta sınıfl arı etkiler. (Üst sınıfl ar ise birikimlerinin önemli sayılabilecek bir bölümünü döviz ve dövize endeksli varlıklarda tutarak, bu durumdan olabildiğince korunurlar.) Kısacası, seçimler yaklaşırken, ne faizleri bugünkü seviyesinden aşağı düşürmek, ne de kurlarda daha fazla yükselmeye müsamaha etmek mevcut iktidar açısından tercih edilebilir seçenekler değil.