Güncel Gelişmeler:
  • Ordu – Giresun Havalimanı’nda sefer sayıları arttı - 10:43
  • Nebati'den konutta fahiş fiyat artışı uyarısı - 09:29
  • Bankalara, 'döviz işlemlerini likit saatlere çekin' talebi - 09:19
  • Gecelik kredi faizlerinde 'zorunlu' yükseliş - 09:13
  • Ülker'in ilk çeyrek cirosu 5,9 milyar TL'ye ulaştı - 09:07
10.11.2024

30.05.2021

KOBİ yönetimleri kendilerine karşı dürüst olmalı

Herhangi bir varlığın uzun soluklu olabilmesi için varlığı oluşturan temel bileşenlerin kendini tekrarlama düzeni, dengesi ve döngüsü “hayat bulma” dediğimiz şeyin ta kendisidir. Tekrarlama doğada var olabilmenin, varlığı korumanın ve sürdürmenin gerek şa

Herhangi bir varlığın uzun soluklu olabilmesi için varlığı oluşturan temel bileşenlerin kendini tekrarlama düzeni, dengesi ve döngüsü “hayat bulma” dediğimiz şeyin ta kendisidir. Tekrarlama doğada var olabilmenin, varlığı korumanın ve sürdürmenin gerek şartıdır. Bazı şeylerin rutininden sapmak, sağlık göstergesi değildir; hastalık halidir. Sürekli tekrarlamamız gerekenlerden biri de “analitik düşüncenin” neresinde olduğumuzun sorgulamasıdır.

Özellikle de geçim örgütlenmesinin en küçük teknik birimler olan küçük ve orta ölçek işyerlerinin (KOBİ) var olmaları, varlıklarını korumaları ve kendilerini geliştirmeleri için bazı işlevleri yerine getirmeleri, her sabah doğru soruları kendilerine sormalarına bağlıdır.

İster KOBİ olsun isterse küresel ölçekte iş yapsın, herhangi bir üretim örgütünü yönetenlerin dua eder gibi sürekli kendilerine anımsatmaları gereken yedi soruyu bir kez daha önümüze koyalım: Bilenler, bildiklerini pekiştirmek için, bilmeyenler öğrenerek farkındalıklarını artırmak için yedi sorunun yanıtlarını, başkaları için değil, “kendimize karşı dürüst olmak” için vermeli.

Teknoloji izleme ve gözleme kapasitemizi artırıyor

Bir iş yerini yönetmenin temelinde, sürekli zihni modelimizin varsayımlarını sorgulayarak, değişen koşulları kapsayan yeni varsayımlarla düşünce geliştirme, karar verme ve uygulama için adımlar atma süreci vardır. Bu süreci işler haline getirmeden, atacağımız diğer adımlar genellikle anlamlı olmaktan çıkmakta ve kaynak israfından başka işe yaramamaktadır.

Atılması gereken adımların ilki şu soruyla başlamalı: İşimizi, atadan ve dededen gördüğümüz ve öğrendiklerimiz gibi mi yapıyoruz? Sorunun yanıtını “evet” diye veriyorsak, gündemimiz netleşmiştir: İşimizi alışkanlıkla yönetme tuzağından bir an önce kurtulmanın yol ve yöntemlerini aramalıyız. Alışkanlığın uyuşturucu etkisinden sıyrılmalıyız. Alışkanlıklardan kurtulmanın çıkış noktası olan kendimize ayna tutabilmeli, kendimizi sorgulamalı ve yaratıcı yüzleşmenin gücünden yararlanmalıyız ki, bugünün dünyasında anlamlı bir yerimiz olabilsin.

İkincisi, İşlerimizin gidişatını, ayarlarken “değer yaratma sürecinin” bütün hareketlerini “gözleyerek, ölçerek, kayıt altına alarak veriler oluşturarak” mı yapıyoruz sorusudur. Gözleme, ölçme ve kayıt altına alma işlemlerini yasalar gerektirdiği için mi yapıyoruz, yoksa “işlerin gidişatını analiz etmek” için mi? İşimizi, “görgüye dayalı alışkanlıkla mı yönetiyoruz, analizle mi ”? Bu sorular, işlerimizi alışkanlıkla yönetmenin tuzaklarından kurtararak, analizle yönetme aşamasına taşıyacak bir motivasyon yaratmalı. Soruları sormadan ve yanıtlarını vermeden kendimize karşı dürüst olamayız.

Alışkanlıkla yönetme aşamasından analizle yönetme aşmasına geçmek “gerek şarttır”; asla “yeter şart” değildir. Günümüzde işyerlerimizin var olmaları, varlıklarını korumaları ve uzun dönemli geleceklerini güven altına almaları için kullandıkları önemli girdi “kaliteli veri” stoklarıdır. Kaliteli verilerden yeni ürünler –nesneler- ve yeni iş yapma metotları geliştirmeyen işyerinin uzun ömürlü olamayacakları çok açıktır. Bırakınız uzun ömürlü olmayı, kısa dönemlerde bile “değer katma” yetkinliklerini yitireceklerdir. Yeni koşullar, işyerlerinde alışkanlıkla yönetim yapmayı hızla analizle yönetmeye taşımalarını gerektiriyor. “Yarı legal ve yarı formel” yapılar, kendimizle yaratıcı yüzleşme yapmanın önündeki engeldir; uzun dönemli gelecek yaratmanın da iflah etmez mikrobudur.

Üçüncüsü, işyerimizin kayıtlarından oluşan “küçük veriler” ile ekosistemimizdeki etkileşimlerin ülkemizde ve küresel ölçekteki kayıtlarından oluşan “büyük veriyi” ehlileştirerek, işe yarar olanlarıyla, yaramayanlarını ayıklıyor muyuz? Dijital teknolojinin ulaşılabilirlik, erişilebilirlik, ölçebilme ve sayabilme potansiyelleri, bütün süreçleri uçtan uca izleme, gözleme ve veriye dönüştürme potansiyeline sahiptir. Hepimiz yaşayarak öğreniyoruz ki, insanlık tarihinde görülmedik bir “veri oluşturma” gücü oluşuyor. İçinde yer aldığımız ekosistemde var olmamızı ve varlığımızı sürdürmemizi doğrudan ya da dolaylı etkileyen değişkenlerin ayrıntılarını gözleyebiliyor; ölçebiliyor ve sayabiliyoruz. Veri oluşturma potansiyelleri güç yaratmanın da temel girdisini oluşturuyor. İşlerimizi korumanın, geliştirmenin ve yeniden üretmenin gerek şartlarından biri de bağlı değişkenleri izleme ve gözlemeyle ürettiğimiz “küçük veriler” ile küresel ölçekte işimizle etkileşim halinde olan “büyük veriyi” ehlileştirmemiz gerekiyor. Ehlileştirme kavramını, verilerin işe yaramayanlarını ayıklama, işe yarayanları de kullanılabilecek şekilde elimizin menzili altında tutma anlamında kullanıyoruz.

Yaptıklarımızın “anlamı” olmalı

İş insanlarının kendilerine her gün anımsatarak, değer yaratma zincirinde doğru konumlanma yapabilmeleri için zihinlerinde diri tutmaları gereken ilke, temel amacımızın ne olduğudur. Sormamız gereken dördüncü soru da şudur: Ürettiğimiz yeni ürünler ve geliştirdiğimiz yeni iş yapma metotlarından yarattığımız yeni değerleri, adil bölüşerek bütün paydaşların “maddi ve kültürel zenginliğini” artırıyor; “yaşamlarını kolaylaştırıyor” muyuz?

Hepimiz kabul ederiz ki mal ve hizmet üretimini sadece “karlılık” ya da “kazanma” temelli bir anlayışla sürdüremeyiz. Bir iş insanının yaptıklarının “anlamlı” olabilmesi, o işle ilgili paydaşların yararını artırmasıyla doğrudan ilgilidir. İş insanı bilançolarına bakarken, sadece maddi değerleri değil, kültürel değerleri de dikkate alırsa işini tam ve doğru yapabilir.

Altıncı soru sadece kendimize dürüst davranmanın ötesinde, gelecek nesillere de dürüst davranmayı anımsatıyor: İnsanların yaşamını kolaylaştıran maddi ve kültürel zenginlikleri üretirken, dünyamızın “düzenine uymaya”“dengesini korumaya ” ve “döngüsünü tamamlamamasına” gerekli özeni gösteriyor muyuz? Salgın sonrasının gündemine oturan “yeşil ekonomi” tam da yaşadığımız doğanın düzenini, dengesini ve döngüsünü sürdürmesiyle ilgilidir.

Her gün kendimize birkaç kez sormamız gereken yedinci soru da önemli: Yerine gerilmesi gereken bütün uygulamaları “dijital teknoloji ve onun yarattığı dönüşümlerin” nasıl etkilediği hakkında gerekli “bilgiye” sahip miyiz?

İlkelere, kurallara, kuramlara ve yasalara göre kendimizi sorgulama özgüveni gösteremiyorsak, kendimize karşı dürüst davranmamış oluruz. Bütün bu anlatılanlardan KOBİ yöneticileri de muaf değildir; onların da yedi soruyu içselleştirerek iş yapmaları gerekir.

 

ETİKETLER; Karadeniz Ekonomi