Güncel Gelişmeler:
  • Ordu – Giresun Havalimanı’nda sefer sayıları arttı - 10:43
  • Nebati'den konutta fahiş fiyat artışı uyarısı - 09:29
  • Bankalara, 'döviz işlemlerini likit saatlere çekin' talebi - 09:19
  • Gecelik kredi faizlerinde 'zorunlu' yükseliş - 09:13
  • Ülker'in ilk çeyrek cirosu 5,9 milyar TL'ye ulaştı - 09:07
20.09.2024

Ordu’dan Oxford’a…

Karadeniz Sohbetleri’nde bu hafta konuğumuz, Aktaşlar Lezzet Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tamer Aktaş oldu.

info@karadenizekonomi.com / 19.12.2018

Ordu’dan Oxford’a…

AKTAŞLAR Pidenin başarı öyküsü

  • ·“Önceliğimiz bir dünya markası yaratmak. Londra’da görüştüğümüz bir yer var. İngiltere’deki ilk yerimizi Oxford Caddesi’nde açabiliriz. 10 yıl sonra gerçekten kentimizin pidesiyle adını duyurabileceği bir marka haline gelmek istiyoruz. Yaptığımız projeksiyona göre bunu 5 yıl içinde gerçekleşeceğiz gibi görünüyor. Çünkü, ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumda daha çok ihracata ihtiyacımız var.”

 Yöresel bir ürün olan pideyi dünyanın damak tadı haline getirmeyi amaçlayan genç ve başarılı işadamı ile başarı öyküsü sürecini, geldikleri noktayı ve geleceğe ilişkin stratejilerini konuştuk. Anladık ki; büyümenin ipuçlarında kaliteli ürün, fark yaratıcı inovasyon ve hedef odaklı halkla ilişkiler (PR) çalışması yatıyor.

- Sayın Aktaş, Ordulu olup da pidenizi bilmeyen yok gibidir. Sonrasında şehrin dışına şimdilerde ise sanki dünyaya lezzet satıyorsunuz. Küçük bir pide salonuyla başlayan hikayenizde kaç yıl geriye götüreceksiniz bizi?

-Neredeyse 40 yıl geriye gideceğiz. 1981 yılında, 8 masası ve 12 çalışanı olan küçük bir pide salonu olarak başladık. Başlangıçtan beri pideyi daha iyi nasıl sunabiliriz? sorusuna kafa yorduk. Zamanla ürünlerimize artan talep bizi daha iyiye zorladı. Daha fazla müşteriye odaklandık. Bunu yaparken kalitemizden asla ödün vermedik ve hep işin başında olduk.

-Şu anda geldiğiniz noktayı eminim ki planlamıştınız. Ona uygun da stratejiler belirlemiştiniz ki markalaşma yolunda önemli adımlar attınız? Başarı öykünüzü okumak isteyenlere neler anlatacaksınız?

-Zamanla Ordu’nun fındık dışında bir markası olsun ve bu markayla dünyaya açılalım istedik. Bu iddiaya ulaşmak için önce ürün kalitemize güvendik ve yaptığımız işe duyduğumuz saygıya. Bu dolayısıyla müşterilerimizin beğenisine yansıdı. Bir yandan Ordu’daki şubelerimizin sayısını arttırırken diğer yandan İstanbul’a odaklandık. Bir an geldi ki İstanbul’da büyük bir başarı elde ettik. Artık ulusal bir marka olduğumuzu 571 bin kişinin oyuyla “Türkiye’nin En İyi Pidecisi” seçildiğimizde anladık.

-Yaşadıklarınızdan gurur duymuş olmalısınız…

-Tabi ki gururlandık. Aslında bu ödülü Ordulular adına ve tüm pide tutkunları adına aldık.

-Ve gün geldi, ülke sınırlarına taşımak istediniz bu doyumsuz lezzeti. Biraz da bu süreçten bahseder misiniz?

-İddiamızı sınırlarımızın dışına taşıma isteği belirdiğinde ABD ve İtalya örneklerini titizlikle inceledik. Onlar nerede fark yaratıyorlardı? Bu noktada pidenin fast-food halini çıkardık. Tıpkı Amerikalıların hamburger ya da İtalyanların pizzayı markalaştırması gibi neden biz de Aktaşlar markasını dünyaya tattırmayalım? Çünkü, bahsettiğimiz ürünler o ülkeler için gerçekten ciddi bir şekilde ekonomik girdi sağladığını görmekteyiz. Bizde bununla ilgili bir marka üretmeliydik. Aslında, gastronomisiyle ünlü bir ülkeyiz, değişik lezzetlerimiz ve yemeklerimizle dünyada biliniyoruz. Ama global anlamda henüz bir markamız oluşmamış veya markalaşma adına bir çalışma başlamamıştı. Bir yandan hem mekanlarımızla hem de ürünlerimizle ilgilenerek bu geleneksel lezzetimizi küresel ürün haline getireceğimizin farkına vardık. O nedenle hem restoran sektöründe hem de dondurulmuş ürün üretim sektöründe adım atmış bulunmaktayız. İşin bir ucundan tutup bunu pide için yapmak istedik. Yeni markamızla pidemizin tüm dünyaca bilinen ve tüketilen bir ürün olmasını sağlayacağız.

-40 yılın birikimi ve deneyimi ile girişimcilik adına bir başarı öyküsü anlatıyorsunuz. Bakıldığında marka çalışmalarında çok önemli adımlar attınız. Bu yolculuğun nereye evrilmesini planlıyorsunuz?

- Ürünümüz pide ama birbirinden tamamen farklı uygulamamız var. Bu anlamda 3 ayrı markalaşma sistematiği geliştirdik. Bunlardan ilki, restoranlarımızda Türkiye’nin en konforlu ve en lüks ortamını misafirlerimize sunuyoruz. Bu mekanlarda üst düzey yöneticileri, topluma mal olmuş önemli kişileri ağırladığımız gibi toplantılara ve doğum günleri gibi etkinliklere de ev sahipliği yapıyoruz… İkinci markamız ürünün daha hızlı alınabildiği, pidenin fast-food hali. Pidenin daha hızlı alınabildiği mekanlar olacak. İstanbul’da iki, Ankara’da bir mekan açmak üzereyiz. Yurtdışında da Medine’de franchising çalışmamız var. İnşaatı devam ediyor, sanırım bir ay içinde bitecek. Suudi Arabistan’da buna benzer 6 ayrı franchise için anlaşma yaptık. Kuveyt de de aynı şekilde bir çalışmamız var.

-Yurtdışı atağınız sadece Arap Yarımadası ile mi sınırlı?

-Avrupa’da görüşmelerimiz sürüyor. Katıldığımız fuarlarda insanlar ürünlerimize büyük ilgi gösteriyor. Hedef kitlemiz sadece etnik pazarlar değil . Bu yüzden doğru yolda olduğumuzu anlıyor, doğru bir ürün olduğunu görüyor ve doğru bir sunum yaptığımızı düşünüyoruz. görüyoruz. Çünkü, pideyi fırından çıktığı gibi değil biraz daha inovasyon katarak, sos ve yan ürünleriyle talep edilebilir, her gün istenebilir hale getirdik o kitleye ulaşmak için.

-Bunca işi tek başınıza yapmıyorsunuz elbette. İstihdam sayınız nedir?

- Sezona göre 450 kişiye kadar çıkıyor. Şu an ortalama sayımız 420 ila 430 kişi aralığında.

- 10 yıl sonra kendinizi firma olarak nerede görüyorsunuz, hedefleriniz nelerdir?

- Tabi söylediğim gibi önceliğimiz bir dünya markası yaratmak. Londra’da görüştüğümüz bir yer var. İngiltere’deki ilk yerimizi Oxford Caddesi’nde açabiliriz. 10 yıl sonra gerçekten kentimizin pidesiyle adını duyurabileceği bir marka haline gelmek istiyoruz. Yaptığımız projeksiyona göre bunu 5 yıl içinde gerçekleşeceğiz gibi görünüyor. Çünkü, ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumda daha çok ihracata ihtiyacımız var. O nedenle yönümüzü tamamen buraya çevirdik. Hem istihdam hem bulunduğumuz bölgeye katma değer yaratma konusunda yeni bir yatırım planlıyoruz. 13 ülkeye ihracat yapıyoruz. Yılsonunda 20 ülkeye ulaşacağız. Önümüzdeki yıl için bu sayıyı 40 ülkeye tamamlayacağız.

- Bir iş adamı gözüyle ülkenin genel ekonomisi açısından yatırım ortamını nasıl görüyorsunuz?

- Genel olarak baktığımızda kurdaki iniş-çıkışlar mutlaka bir olumsuzluğa neden oluyor. Bunu üretim maliyetlerimizde de yaşıyoruz, ihracat yaparken de. Zamanla yerine oturacağına inancım tam. İşadamları olarak elimizi taşın altına sokup, ticari açıkları kapatacak ihracatları yönlendirebilseydik eğer, ya da bugünü 10 yıl önce planlamış olsaydık bugünleri hiç yaşamayacaktık. O yüzden yönümüzü çevirip ihracat odaklı çalışmalarımızı yaparsak çok daha süratli bir şekilde dalgalanmadan çıkacağımızı düşünüyorum. Paranın maliyetine bakarsanız şu anda yatırım yapmak çok rantabl bir iş değil. Ama biz her zaman gelecek için bakıyoruz bu işe. Kısa vadede değil. 10 ya da 20 yıllık hatta 50 yıllık planlamalarımız var. O yüzden bekletmenin anlamı yok. Sonuçta başlamış bir yatırımı bitirmek, başlamış bir hedefi de sonuna getirmek bizim için daha önemli. Yatırımlarımızı sürdürme adına devam ediyoruz.

- Yani, yeni bir yatırım mı söz konusu?

- Öz fizibilitesi yapılan ve projelendirilen bir çalışmamız var. Yatırım maliyetlerini belirledik. Bulunduğumuz bölgeye katkı sağlayacak bir sonuç ortaya çıkınca yeni bir fabrika yapmak istedik. Yaptığımız işin bir hattı yoktu. Otomatik makinası yoktu. Bunları tasarlattık. Tamamen yerli bir makine yaptırdık. Her ülkeye ihracatını yapabilecek nitelikte fabrika yapmak istiyorsak bant sayımızı ve üretimimizi artırıp kapasitemizi de istihdam sayımızı da güncellememiz gerekiyor.

- Yeni bir fabrika projeniz var ama diğer yandan da kentte bir arazi sorunu gözlemleniyor. Dışardan ve içeriden gelen taleplere ve kapasite artırımı isteğine karşın arazi sorunu ortada dururken sizin bu konuda geldiğiniz nokta nedir?

- Gerçekten en ciddi sorunumuz arazi. Ama sadece o araziyi edinmek için 10 milyon lira arsaya vermemiz gerekiyor. Fatsa ve Ünye’de yapılacak yeni Organize Sanayi Bölgeleri ile umarım bu sorunu ortadan kaldıracağız. Dünya markaları veya onlarca ülkeye ihracat yapan işadamları fabrika kuracakları için yer taleplerinde bulunuyorlar.

- Yani, kamulaştırma sonuçlandığında yerler hemen dolacak gibi mi?

- Kesinlikle hızlı bir şekilde dolacağını düşünüyorum. Gerçekten pahalı olan şey şu anda arazidir. Sonuçta arazi elde edildikten sonra yatırım daha kolay yapılabiliyor. Yeni Organize Sanayi Bölgesi’nde umarım bunları aşmış olacağız. Bu sürecin tabi biraz hızlı olması gerek.

- Siz sürdürülebilir yatırım peşindeyken bürokratik engellere takılmıyor musunuz?

- Önceye göre çok daha iyi durumdayız. 1 yıldır ihracat yapıyoruz ve güzel rakamlar elde ettik. Size yaşadığımız bir olayı anlatayım. Yakın zamanda Ekonomi Bakanlığı’ndan bir telefon geldi. Siz ihracat yapıyormuşsunuz, ziyaretinize geleceğiz diye. Altı kişilik bir ekip geldi. Bizden isteyin dediler. Nerede takılıyorsunuz? Sizin için ne yapabiliriz? dediler. Bu bizim için olağanüstü bir güzellikti. Bürokratik engellere tabi ki takılıyoruz ama hızlı çözülmesi için herkesin elinden geleni yaptığını da görüyoruz. Valimiz olsun, vekillerimiz veya belediye başkanlarımız olsun her sorunumuzla ilgileniyorlar. Herkes benimsemiş durumda.

- Bir yandan bürokratik engelleri konuşurken diğer yandan da sağlanan destekleri göz ardı etmemek gerekiyor sanki. KOSGEB, Kredi Garanti Fonu, DOKA, DOKAP ve Kırsal Kalkınma gibi pek çok destek var. Bu türden destekler amacına ulaşıyor mu veya yeterli mi sizce?

- Bence revize edilmeli, güncellenmeli ve üzerinden bir kez daha geçilmeli bu desteklerin. Sonuç olarak hem ülkemize ya da bölgeye yönelik katma değer ve ekonomik istihdam yaratan firmaların desteklenmesi adına daha iyi araştırılması ve incelenmesi gerekir. Mesela, şöyle düşünün. Türkiye’nin ihracat ortalaması bir buçuk dolar. Bizim ürünümüz 4 dolar. Bizim ürünümüze yatırım yapılmalı. Kilogram ortalamasını bizim ürünümüz yükseltiyor. Bu tarz ürünlerin tespit edilip o ürünler üzerinde durulmalı. Ya da fındık gibi sadece Türkiye’de yetişen ürünlerimiz var. Tabi ki patates, domates veya soğan hepsiyle ilgilenemez belki devlet ama sadece Türkiye’de olan tarım ürünleri arasında en yüksek döviz girdisini sağlayan ürün neyse bu ürünleri tespit edip özel olarak ilgilenmeli karar vericiler.

- Bunca anlattıklarınıza bakılırsa çıkış yolumuzun üretimden geçtiğini anlıyoruz…

- Benim yaptığım neye yarar diye hiç düşünmeden kim ne üretebiliyorsa üretmeli. Hele teknolojiye yönelik bir şeyler üretmemiz bizi dünyada ilk sıralara taşıyacaktır. Gördüğünüz gibi dünyanın en büyük markaları birkaç tane Amerikan şirketi ve dünyanın en büyükleri. Bin kalemin bir kalemini bile kendimiz üretsek kardır. Bugün 1 olur, yarın 2, daha sonra 10 veya 100 ürün. Bir gün gelir ki sadece dışarıya üretim yapan hiçbir şeyini ithal etmeyen kendi kendine yetinen bir ülke haline gelmişiz. Bunlar hayal değil gerçekten olabilecek şeyler.

- Yaşadığınız ve markası olduğunuz kentin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Ordu sadece sanayi alanında değil, turizmde de çok gelişebilecek bir durumda. Çok özel yemeklerimiz, otlarımız var. İlgi alanım olduğu için takip ediyorum. Biliyorsunuz Alaçatı’da her yıl ot festivali yapılır. Ege yemeklerinde kullanılan otların tanıtımına katkı sağlanır o festivalde. Benzerinin Ordu’da yapılmaması için hiçbir neden yok. O kadar yöresel ve sebzeye dayalı bir mutfağımız var ki bunları bir gastronomi festivaline dönüştürmeliyiz. Ordu yeme içme anlamında çok şanslı şehirlerden. Tüm tesislerinin standartları, hizmet ve ürün kaliteleri yüksek olduğunu görüyoruz. Sadece sayılarının biraz artırılması gerekiyor.

- Oysa, fındıkta, balda, kivide, balıkçılıkta ve seracılıkta çok güzel kazanımlarımız var. Mesela siz, yöresel bir ürün olan pideyi dünya markası yaptınız. Gücümüzü yeterince kullanamıyor muyuz?

- Öncelikli çıkış yolu birlik olmak. Kamu, üniversite, yerel inisiyatif ve özel sektör. Bu dörtlü arasında birlik sağlanabildiğinde çıkış yakalanmış oluyor aslında. Önemli olan birlikte çalışabilmektir. Bu sağlandığında Ordu’nun hızlı bir şekilde sanayide ya da turizmde projeler belirleyerek ve güçlü bir piar yaratarak dışarıya açılmak yeterlidir.

- Son olarak üniversiteyi yeterince harekete geçirebiliyor muyuz diye soralım? Bu konuda neler söylersiniz?

- Tabi ki kullanmamız gerek ve buna ihtiyacımız var. İşbirliklerin daha da artması gerekiyor, daha iyi yerlere gelebilir. Bu konuda açık bir potansiyel yöneticilerimizde var. Umarım hızlı bir şekilde hayata geçer bu özel sektörler ve kamuyla olan işbirlikleri. Üniversite bu konuda bizim sektörümüzde de çok önemli, turizm sektöründe de çok önemli. Burada öncü rolü üstlenmeli. Birlikte yapacağımız çalışmalarla Ordu’ya çok büyük kazanımlar sağlayabiliriz.

Çok teşekkür ediyoruz…