Güncel Gelişmeler:
  • Ordu – Giresun Havalimanı’nda sefer sayıları arttı - 10:43
  • Nebati'den konutta fahiş fiyat artışı uyarısı - 09:29
  • Bankalara, 'döviz işlemlerini likit saatlere çekin' talebi - 09:19
  • Gecelik kredi faizlerinde 'zorunlu' yükseliş - 09:13
  • Ülker'in ilk çeyrek cirosu 5,9 milyar TL'ye ulaştı - 09:07
20.09.2024

Hüseyin Kalafat; ''Osmanlı'nın borcu fındıkla ödendi''

Murat Gürsoy’la Karadeniz Sohbetleri'nin konuğu Ordu’nun özellikle marketçilik ve ticaretinde önde gelen gruplardan KALAFATLAR’ın yöneticisi Hüseyin Kalafat.

info@karadenizekonomi.com / 21.11.2018

Hüseyin Kalafat; ''Osmanlı'nın borcu fındıkla ödendi''

“Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye Osmanlı’nın borcunu fındık ihracatıyla ödedi. Masada ‘borcu fındıkla ödeyeceğim’ denildiği zaman karşı taraf kabul etmiştir. Yani fındık savaş sonrası ekonomi enstrumanı olarak kullanılacak kadar önemli bir ürünümüz. Fındıktan ve baldan daha fazla katma değer yaratmalıyız; ihracatını artırmalıyız.”

 Kendisi ile Kalafatlar’ın doğuşu, gelişimi ve bugünkü işletme prensiplerini görüştük. Kalafat’ın market sektörü, içinden geçilen ekonomik darboğaz, Ordu, bölge ve ülke ekonomisi üzerine görüşlerini de sizinle paylaşıyoruz.

-Perakende sektöründe Ordu’nun en köklü bir markasısınız ve bu şirketi yönetiyorsunuz. Hüseyin Kalafat kimdir?

-Biz Kalafat’lar ailesi olarak en büyüklerimizle başlayan süreçte 1950’den bu yana ticaret yapıyoruz. Perakende sektörüne 1995 yılında girdik. Şu anda Ordu Altınordu ve Perşembe’de 11 şubemiz var. Üretim ve paketleme yapıyoruz. Türkiye’nin her yöresinden bakliyat, zeytin ve meyve gibi birçok ürün tedarik edip, müşteriye sunuyoruz.

-Bunları doğrudan üreticiden mi alıyorsunuz?

-Evet. Bünyemizde 350 kişi çalışıyor. 6 gıda mühendisimiz var. Gıda, kimya, makine, inşaat mühendisleri istihdam ediyoruz. Ürünlerimizi seçerken doğrudan üreticiden almaya çalışıyoruz, analiz yapıyoruz, aracı koymadan almaya çalışıyoruz. Hatta kendimiz üretim yaptırıyoruz. Pirinç ektiriyoruz. Biliyorsunuz Çarşamba’da seramız var. Sebzemizi, domatesimizi, marulumuzu kendimiz yetiştiriyoruz.

-Biz büyük bir aileyiz diyorsunuz. Ordu’daki sektörün öncülerindensiniz. Sizi bu sektöre iten etkenler nelerdi? Böyle büyük bir aileyi ortaya çıkarırken neyi hayal ettiniz niçin bu sektöre girdiniz?

-Tabii ki geçim derdi. Çoluğumuzu, çocuğumuzu muhannete muhtaç etmeden ekonomik yönden büyümek. Ticaretteki en büyük motivasyonumuz buydu yani. Burada da ailemiz bizi iyi yetiştirdiğinden ve iyi eğitim aldığımızdan, okuyan, araştıran insanlar olduğumuzdan işimizi iyi yapmaya çalıştık. Ahlâkla iş yaptık. Esnaf olmanın birinci kuralı zaten müşterilerinin ona güvenmesinden geçiyor. İşimizi temiz yaptık, müşterimize saygı duyduk ve böyle bir başarı elde ettik. Önceden başarılı olacağımızı kurgulamış değiliz, Doğal süreçte bugünkü noktaya geldik.

-Bakıyorum unlu mamuller var, tarım var, seracılık var. Bu alanlardaki yatırımları da biraz anlatabilir misiniz?

-Biz Ulubey yolunda Orsan mevkiinde mağazamızı kurduğumuz zaman biraz mekân genişti. Türkiye’de unlu malul imal edip sunan başka işletmeleri de görüp inceledik. Neden biz de yapmayalım? diye sorduk kendimize. Mesleğinin erbabı mahir ustalarla bir araya gelip sistemi kurduk.

-Kendi markanızı da oluşturdunuz?

-Evet kendi markamızı da oluşturduk. Pasta, baklava, ekmek, kuru pasta unlu mamullerin bütün çeşitlerini yaptık güzel de oldu. Kaliteli hammadde kullandık. Unun da çikolatanın da kalitelisini kullandık. Sağ olsunlar ustalarımız da marifetliydi. Gıda ve kimya mühendisi arkadaşlar da yardımcı oldular. Onların denetimizde hayata geçirdik çokta mutlu olduk. Çünkü üreterek satmak, alıp-satmaktan çok daha zevklidir. Daha sonra peynirde ve zeytinde yol aldık. Bakliyat paketlemesini zaten yapıyorduk. Birbirimizi cesaretlendirerek ürün gamımızı çoğalttık. Şu anda kendi adımızla ürettiğimiz bine yakın barkodumuz var sistemimizde. Rize’den çay alıyoruz, Gemlik’ten zeytin alıyoruz, Konya’dan bakliyat alıyoruz, Erzincan’dan peynir alıyoruz. Türkiye’nin her yöresinden bir şeyler alıyoruz.

-Bizzat gidip geziyorsunuz oraları değil mi?

-Evet geziyoruz. Tanışıyoruz oradaki insanlarla. Bu da bizi çok mutlu ediyor. Onların sorunlarıyla ilgilenmek de bize ayrı bir değer katıyor. Emeğine saygı göstererek, onların ürünlerini değerlendiriyoruz. Müşterilerle buluşturuyoruz. Anadolu’nun her yerinde bir lezzet, ayrı bir tat var. O tatları, sağlıklı bir şekilde analiz yaparak rafa koymak ve Ordu’daki müşterilerimizle buluşturmak bence hayırlı bir faaliyet.

-Peki, efendim Türkiye ekonomisi bir dalgalanmadan geçiyor. Birkaç aydır fazlasıyla hissedilen bir dalgalanma var. Bu dalga marketlere ve gıdaya nasıl yansıdı?

-İlk günlerde ister istemez bir panik havası oluştu. Deterjan grubunda üretilen sanayi ürünlerinin çoğu yurt dışı kaynaklıdır. Her ne kadar fabrikası Türkiye’de olsa bile ya Amerikan şirketidir veya Avrupalıdır. Dolayısıyla burada tüm planlar dolar veya euro üzerinden yapıldığından o firmalar da öngördükleri döviz kuru üzerinden fiyatlama yapıyorlar. Olası artışları hemen uyguluyorlar. Elimizde stoklu ürünlerimiz olduğunda ki bu deterjan grubunda oluyor onların raf ömrü de en az iki yıl oluyor. Stoklarımızda bu türden ürünler olduğu için panik havasında o fiyatlara geçmedik. Tabi rekabet de var. Tek satıcı biz değiliz. Elimizden geldiği kadar fedakârlık yaptık. Yabancı şirketlerin yükselttiği fiyatları biz raflarımıza uygulamadık. Biliyorum ki Türkiye’deki perakendeci arkadaşların çoğu da uygulamadı. Ticaret Bakanlığı da fark etti olayı ve biliyorsunuz hemen bir kampanya başladı. ‘Enflasyonla topyekün mücadele’’ kampanyasını biz de çok anlamlı bulduk destekledik. Yüzde 10 destek genelde verildi. Ama biz biraz daha üzerinde kampanyalar yaptık. Her hafta sonu indirimler düzenledik. Dalgalanmanın öncesinde nasıl ticaret yapıyorsak kendimizi bozmadan yine cazip yanlarımızı ortaya çıkartmaya çalıştık. Çok önemsediğim bir şey var. Her ucuzluk sağlıklı mı? Ucuz etin yahnisi yenmez, sağlıklı olması çok önemli çünkü bir paket bulguru ya da pirinci alırken belki 20 kuruş ucuza alma şansımız olabilir. Fakat o üründe daha çok ilaç kalıntısı varsa ve bünyemize geçerse daha ne olacak. İnsan sağlığı hepimiz için çok değerlidir. O nedenle müşterilerimizden ricam, güvendikleri yerden alışveriş yapsınlar. İçeriğinden emin oldukları, insan sağlığına uygun ürünleri satan yerlerden alışveriş yapsınlar. Her ucuz şeye de dalmasınlar. Hele hele açık yerlerde kontrolsüz satılan ürünleri hiç almasınlar.

-Bizim bölgesel, yöresel ürünlerimizin ekonomik değeri hakkında ne düşünüyorsunuz.? Yeterince kazandırıyor mu? Fındıklı mamuller hakkında neler düşünüyorsunuz?

-Önce baldan başlayalım. Bizim balda çok hevesimiz var. İnşallah başarılı oluruz. Ordu’da Balmer diye bir şirket kuruldu biliyorsunuz. Burada siz de program yaptınız, halka tanıttınız. Balmer Avrupa projesi. 10 milyon euro tutarında bir proje. Makineler, laboratuvarlar ve paketleme üniteleri kuruldu. Bir de anonim şirketi haline getirildi. Ben Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesiyim. Esnaf Odası başkanımız da Balmer Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu’nda. Ordu, bal üreten iller arasında birinci sırada yer alıyor. Eğer nitelikli, değerli Balmer’in standartlarına uygun balları burada paketleme şansımız var. Ordu’nun ürünlerini Türkiye, dünya çapında satabilmek lazım. Bal çok kıymetli bir ürün. Diğer yandan fındık gerçekten bir mucize. Karadeniz için, Ordu için bir mucize Allah’ın bir lütfu. Biz bunu değerlendirememişiz ya da yeterince hakkını veremedik belki de. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye Osmanlı’nın borcunu fındık ihracatıyla ödedi. Masada ‘borcu fındıkla ödeyeceğim’ denildiği zaman karşı taraf kabul etmiştir. Yani fındık savaş sonrası ekonomi enstrumanı olarak kullanılacak kadar önemli bir ürünümüz.Şimdi fındık biliyoruz ki bir İtalyan firma bizden iki milyar dolarlık fındık ithal ediyor kendi ülkesine. Şimdi artık yerli oldu. Türkiye’de bir numaralı oyuncu oldu ve oyunu kurallarını da koyuyor. Özetle fındıktan ve baldan daha fazla katma değer yaratmalıyız. Özellikle ihracatı artırmalıyız.

-Peki, ülke olarak bu dönemeçten nasıl çıkarız, önerileriniz var mı?

-Ülkemizin ekonomik anlamda düze çıkması için çözüm gökten zembille inecek değil. Ürünlerimizi, insan gücümüzü ve aklımızı değerlendirerek ekonomik darlıklardan sıyrılmamız lazım. Gerçekten hem coğrafi olarak hem insan kalitesi olarak birinci sınıf kalitede yaşaması gereken bir ülkeyiz. Kendimi Avrupalıdan, Amerikalıdan ya da İskandinav ülkelerinden geri hissetmiyorum. Büyük kazanımlarımız var.

-Nasıl bir potansiyel görüyorsunuz?

-Nüfusumuz genç, çocuklarımız cin gibi. Gözleri pırıl pırıl parlıyor. Ben bakıyorum ilkokul, ortaokul ve liseden geçen çocukların gözleri parlıyor. Bunlar birinci sınıf yaşaması gereken insanlar ve bunu hak eden insanlar. Bizim de ülkeyi yönetenler olsun, iş adamı olsun, aydınlarımız olsun, eli kalem tutan insanlarımız olsun, buna çaba harcamak zorundayız. Bu gençleri birinci sınıf bir dünyada yaşatmamız lazım. Teknolojiye ulaşmış, ekonomik kaygısı olmayan, ekonomiyi en güzel şekilde yönetebilen ve pazarlayabilen kendi neslini de daha aydın ve müreffeh Türkiye’ye dönüştüren bir toplum olmamız lazım. Geriye gitmemeliyiz. Böyle bir aydınlık ülke için de gerçekten çok çalışmamız lazım.

-Bir Ordu da İstanbul’da var.

-Bu kadar göç vermişiz, bu coğrafyayı değerlendirememişiz. Kardeşim neyi değerlendireceğiz. İstanbul’da ne var. Asgari ücretle İstanbul’da çalışmanın bir alemi yok. Gençlerimizin fındık, arıcılık, bal ve kivi olsun bu coğrafyada bir şeyler üretmemiz lazım. Sürekli İstanbul’da yığılarak orada da nefes alma şansımızı yok ediyoruz. Köyler boşaldı, oysa geri dönüşü başlatmalıyız. Köyde elma ağaçlarını yiyecek insan kalmamış, bırakın insanı onu yiyecek hayvanda kalmamış bahçede. Köyler bomboş hayvancılık yok. Bunları değerlendirmemiz lazım. Hayal dünyasına dalıp, üretmeden çalışmadan, yorulmadan, terlemeden İstanbul’da veya büyükşehirlerde yaşamak kolay değil.

-Şimdi siz yeni kurulacak OSB’de yer tahsisi arayışlarınız var. Fındıklı ürünlerle ilgili bir projeniz olacak. Diğer yandan Ordu OSB, Fatsa ek OSB ve Ünye OSB tamamlanmadı? Bu konuyla ilgili düşüncenizi alabilir miyiz?

-Evet, her üçünde de var. İlçelerimizde de var. Hatta Perşembe’de Organize Sanayi istiyor. Ben duyuyorum makine getiren arkadaşlarımız var, fabrika kuran arkadaşlarımız var. Yer bulamadığı için giden yatırımcı arkadaşlarımız var. İl dışından gelen falan. Eğer insanlara biz Ordu’da imkânı verebilirsek yakın yerde bahçesi köyü olanlar gider orada da faaliyet gösterir. Yani ekonomide çarpan etkisi yaratılabilir. Bu yeni organize sanayimizin çok da sıkıntısı kalmadı. 100 milyon lira gibi bir para gerekli. Kamulaştırmanın tamamlanması için Çok büyük bir tutar değil.

-Vali bey bu konuda istekli ve üzerinde çalışmalar yapıyor.

-Hem Büyükşehir Belediye hem de valilik bu konuda çok istekli ve iş dünyası da bilinçli. Ordu’ya gerçekten üniversiteyi getirerek iş dünyasının ve ortak aklın çabasını gördük. Güzel bir üniversitemiz oldu. Kalabalık bir öğrenci sayısına ulaştık. Birinci Organize Sanayi öyle kuruldu başarılı oldu olmadı ama sonuçta kuruldu. Yine bir istihdam varsa Ordu’da var. İkinci Organize Sanayi de ben inanıyorum ki gerek yöneticilerimizden gerek siyasilerimizden ve iş dünyasından destek bulacaktır. Bir an evvel hayata geçecektir. Yeter ki bu ekonomik dalgalanmanın önü alınabilsin. Yeter ki ibre pozitif yönde yukarı kalkabilsin. Bunlar olacaktır ben inanıyorum, Ordu bilinçlendi artık.

-İş dünyasının ülke genelindeki ortak sıkıntıları neler? Türkiye genelinde bu yüksek faizle iş dünyası bankalardan mutsuz ayrılıyor. Şimdi 50 milyon lira yatırım yaptığınızda 350-500 kişi daha çalışacak. Ama bu kadar yüksek faizin olduğu yerde oturduğunuz yerden para kazanacak bir atmosfer de var.

-Şimdi biz yüzde 1 yüzde 2 karlıklarla çalışan işletmeleriz. Bütün ticaretimizin dibinde yüzde 1 kaldı mı kalmadı mı onun hesabını yapıyoruz. Acaba ekside miyiz artıda mıyız? Yani bıçak sırtı bir gidiş. Rekabetten dolayı ve gerçekten bir amme hizmeti yaptığımız için çok az karlara razıyız. Ama aynı sermayeyi diyelim 100 liram var. Bankaya koysam 125 lira oluyor. Banka bana yüzde 25 faiz veriyor. Bu çok cazip gibi gözüküyor ama kesinlikle cazip değil. Ülke ekonomisi kaybediyor. Sonuçta çocuğumuz çoluğumuzun geleceğini kaybediyoruz. O anlık rant peşine gidince ülke ekonomisini geleceğimizi kaybediyoruz. Dolayısıyla üretmeyen ülkede zenginlik olmaz. Üreten, istihdam yaratan, AR-GE yapan ülkeler zenginleşiyor. Biz burada yaptığımız fedakârlıklar önümüzdeki yıllarda bize inanın servet olarak geri dönecek. Şu anda inşaat sektörü bitmiş vaziyette. Ama ben bugün inşaat yapıyorum. Bizim mahallede kendime mağaza yeri yapıyorum, üstünü de ofis yapacağım. Ben eğer rant için inşaat yapmış olsaydım çok zor durumda olacaktım. Ama ne oldu. O süreçte dalgalanmalara rağmen kontrollü gittim, banka kredisi kullanmadım, lüks araba almadım, lüks eve taşınmadım. İşime yatırım yaptım. O nedenle bugün sıkılmadan kendi işime yatırım yapmaya devam edebiliyorum. Yani, iş çevremizdeki arkadaşlarımızın da yaşanan sıkıntılardan ders çıkarması gerekir. Bu ülke 1994 krizini gördü. 2001 krizini gördü, 2008’ i gördü. Dünya da gördü. Biz bu kadar beton kullanmak yerine üretime yatırım yapsaydık, üretimi cazip hale getirseydik keşke ihtiyacımız olan konutu yapsaydık ve ürettikçe yapsaydık.

-Elimizde stok fazlası oluştu tabi

-Belki ev hayalini gerçekleştirecek çok sayıda insanlarımız da var. Ama gelir olmadığı için ulaşamıyor. Dolar ve euro fazla olduğu için ulaşamıyor. Ama ihtiyacı olan insanlar da var. Benim demek istediğim üretip kazanalım. Konut ihtiyacımız varsa yine yapalım. Bütün varımızı yoğumuzu konuta ve betona gömmeyelim yeter ki.

-Türkiye’nin büyük şirketleri konkordato ilan ediyor. Bu noktaya nasıl gelindi?

-Murat Bey, ne acı şeyler duyuyoruz biliyor musunuz? Banka adama 20 milyon yatırım yapmış vermiş. Kriz gelir gelmez, 200 bin lirası için takibe başlamış. Onun bütün musluklarını tıkamış. Hani derler ya; banka iyi havada şemsiyeyi verir yağmur yağdığında alır. Oysa, şemsiye yağmurlu havada lazım. Ele güvenerek yola çıkılmıyor. Finans çevresi de elbette riskli gördüğünde parasını kaybetmek istemiyor. Bizim de bir şeyleri değiştirmemiz lazım evet. Bankaya dayalı sistemden kurtulmamız lazım.

-Türkiye uzun zamandır hak etmediği bolluğu yaşadı. Herkesin elinde 4-5 bin liralık telefonlar var.

-Bizim teknolojiye yatırım yapıp kendimiz üretmeliyiz. Bu dışa bağımlılıktan kurtulmalıyız ki ilk krizde doğal olarak bizi rahatsız ediyor. Bu bir anlayış meselesidir.

-Gençlerimize seslenelim, siz gençleri önemsiyorsunuz ve diyorsunuz ki; proje üretin finansmanını biz sağlayalım yeter ki gelin projenizi bize anlatın diyorsunuz. Buradan hem gençlere seslenelim, hem de Ordu’nun gelecek vizyonu hakkında konuşarak sözlerimizi tamamlayalım.

-Murat Bey, gençler iyi eğitim almak durumunda. Aldıklarını da hayata uygulamak zorunda. Genç girişken olur, macerayı sever. Hayalperesttir ve yaptığı işin sonunu düşünmez. Gençtir, düşerse bir daha kalkabilir. Gençler mutlaka denesinler, lütfen girişsinler…

-Sayın Kalafat teşekkür ediyorum